Asıl İşveren ve Alt İşveren İlişkisinde Sorumluluk
Giriş
İş ve sosyal güvenlik hukukunda, işverenin faaliyet konusu olan işi kendi çalışanları ile yürütmesi asıldır. Bununla birlikte mevzuatta, işverenin ve dolayısıyla çalışanlarının yetersiz kaldığı işin bazı bölümlerinde, başka bir işveren ve işçilerinden yardım alınmasına olanak sağlanarak, alt işverenlik kurumu düzenlenmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu (“İş Kanunu”) madde 2 uyarınca bir işveren, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerini veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerini, iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işverene verebilir. İşbu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere asıl işveren ve alt işveren ilişkisinin kurulabilmesi birtakım kurallara tabidir.
Bunun yanı sıra mevzuatta, bu ilişkinin sonuçları ve taraflara yüklediği sorumluluklar bakımından da düzenlemeler getirilir. Buna göre, asıl işverene nazaran mali bakımdan daha kısıtlı imkanlara ve daha küçük sermayeye sahip olan alt işverenlerin, çalışanlarına ve Sosyal Güvenlik Kurumu’na (“SGK”) olan borçlarını karşılayamaması ihtimaline karşın, daha güçlü mali yapıya ve sermayeye sahip asıl işverenler söz konusu borçlardan alt işverenle birlikte müteselsilen sorumlu tutulmuştur. İşbu makalede, mevzuatta düzenlenen müteselsil sorumluluk hallerine ve taraflar arasındaki rücu ilişkisine değinilecektir.
Müteselsil Sorumluluğun Yasal Dayanakları ve Kapsamı
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na (“TBK”) göre müteselsil sorumluluk, birden çok borçludan her birinin alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmasını ifade eder. Aşağıda asıl işveren ile alt işverenin kanunen müteselsil sorumlu tutuldukları yasal düzenlemeler ve bu düzenlemelerin kapsamı incelenecektir.
İş Hukuku
Bir işverenin işçilerine karşı sorumluluğu, aralarındaki iş sözleşmesinden veya bu iş sözleşmesi sonucunda tabi olunan kanunun emredici hükümlerinden kaynaklanır. Dolayısıyla asıl işverenin, aralarındaki iş sözleşmesi nedeniyle kendi işçilerine karşı hem sözleşmesel hem de kanunen çeşitli sorumluluk ve yükümlükleri bulunur. Aslında asıl işveren ile alt işverenin çalışanları arasında bir sözleşmesel ilişki bulunmaz. Buna karşılık İş Kanunu madde 2/7 uyarınca asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Kanunu’ndan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Bu düzenleme ile kanun koyucu, alt işverenin işçilerini asıl işverenin işçilerinin gibi koruyabilmek adına kanundan kaynaklanan bir müteselsil sorumluluk getirmiştir. Bu sorumluluğun sonucu olarak alt işveren işçisi, alacağının ifası için hem alt işverene hem de asıl işverene ayrı ayrı veya birlikte başvurabilecektir.
Yargıtay bireysel iş hukuku bakımından müteselsil sorumluluğun kapsamına, ihbar, kıdem, kötü niyet ve işe iade sonucu işe başlatmama tazminatları ile ücret, fazla çalışma, hafta tatili bayram ve genel tatili, yıllık izin, ikramiye, prim, yemek yardımı, yol yardımı gibi tüm işçilik haklarının girdiğini ifade eder.[1] Buna karşılık doktrinde kıdem tazminatı ve yıllık izin alacağı gibi hizmet süresine bağlı alacaklardan asıl işverenin sorumluluğunun hesabı bakımından farklı görüşler bulunur. Toplu iş hukuku bakımından ise asıl işverenin sorumluluğu alt işverenin tabi olduğu toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan haklar için söz konusu olur.
Yerleşik doktrin ve Yargıtay görüşleri uyarınca, İş Kanunu madde 18 uyarınca işçilere tanınan iş güvencesi çerçevesinde asıl işverenin müteselsil sorumluluğunun, feshin geçersizliği ve işe iade etme açışından olmadığı; ancak işe iade kararı sonrasında alt işverenin işçiyi işe iade etmemesi nedeniyle ortaya çıkan işe başlatmama ve boşta geçen süre tazminatı bakımından mevcut olduğu kabul edilir.
Önemle belirtmek gerekir ki, bu müteselsil sorumluluk işçinin asıl işveren işyerinde çalıştığı süreyle sınırlıdır.[2]
İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku
İşverenin temel yükümlülüklerinden biri olan işçilerini gözetme borcuna dayanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (“İSGK”) madde 4 uyarınca işveren, işyerinde çalıştırdığı işçilerinin sağlık ve güvenliğini sağlamak ve korumak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Buna ek olarak İSGK madde 22’de, altı aydan uzun süreli asıl işveren-alt işveren ilişkilerinde iş sağlığı ve güvenliği kurulu oluşturma yükümlülüğü düzenlenir. İşbu düzenlemelerin dayanağının İş Kanunu’ndan kaynaklanan işverenin işçilerini gözetme borcu olması nedeniyle, doktrin ve Yargıtay görüşlerinde, alt işverenin işçilerinin işyerinde uğradıkları iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda doğan maddi ve manevi tazminat talepleri de asıl işverenin müteselsil sorumluluğu kapsamında olduğu değerlendirilir.
Sosyal Güvenlik Hukuku
Sosyal güvenlik mevzuatını düzenleyen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda da (“SSGSSK”) asıl işveren ve alt işverene müteselsil sorumluluk öngörülür. SSGSSK madde 12/6’ya göre sigortalılar, üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bunlarla sözleşme yapmış olsalar dahi, asıl işveren, bu kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işverenle birlikte sorumludur. Danıştay ve Yargıtay kararları uyarınca asıl işveren, SSGSSK’nın işverenlere yüklediği sigortalı işe giriş-işten ayrılış bildirgesini verme yükümlülüğü, işyerini bildirme yükümlülüğü, iş kazalarını bildirme yükümlülüğü, aylık prim ve hizmet belgesini verme yükümlülüğü, sigorta primlerini ödeme yükümlülüğü vb. gibi yükümlülükler bakımından SGK’ya karşı alt işverenle müteselsil sorumludur. Buna karşılık bu müteselsil sorumluluğun idari para cezaları bakımından mevcut olup olmadığı SGK, Yargıtay ve Danıştay görüşleri arasında farklı uygulamalara tabidir. Yargıtay bir kararında, idari para cezalarının, işverene yüklenen ödevlere uyulmamasının sonucu ve yaptırımı olduğu, alt işverenin ödevine uymamasının sonuçlarından asıl işverenin de sorumlu olacağı ve asıl işverenin bu müteselsil sorumluluk gereğince alt işverene yüklenen idari para cezalarından sorumlu olacağı görüşündedir.[3] Buna karşılık Danıştay yakın tarihli bir kararında, belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda asıl işverenin idari para cezalarından sorumlu olacağına dair kanunda açık bir hüküm yer almadığı ve asıl işverenin sorumluluğunun yalnızca mali ve hukuki açıdan söz konusu olduğundan; söz konusu cezalardan ilgili yükümlülüğe aykırı davrananın sorumlu tutulması gerektiğine karar vermiştir. Bu doğrultuda Danıştay, SGK tarafından alt işveren aleyhinde uygulanan idari para cezalarından cezaların şahsiliği kuralı gereği asıl işverenin sorumlu tutulamaması gerektiğini değerlendirmiştir.[4]
Rücu Hakkı
TBK’nın müteselsil sorumluluk halini düzenleyen genel hükümlerinden biri olan madde 167’ye göre; aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludur. Dolayısıyla asıl işveren ile alt işverenin aralarındaki iç ilişki uyarınca kural, alt işveren işçisine gerçekleştirilen ifadan birbirlerine karşı eşit paylarda sorumlu olmasıdır. Buna karşılık, iç ilişkide mevcut olan bu eşit sorumluluk, taraflar arasında akdedilen alt işverenlik sözleşmesi ile bertaraf edilebilecektir. Gerçekten de Yargıtay kararlarında, asıl işverenin ile alt işveren arasında görülecek rücu davasında sorumluluğun alt işverenlik sözleşmesi hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği belirtilir.[5] Buna göre asıl işveren, sözleşmede öngörülmesi halinde, alt işverenin işçisine ödemek zorunda kaldığı miktarın tamamını alt işverenden talep edebilir.
Sonuç
Mevzuatta asıl işveren-alt işveren ilişkisi bakımından çeşitli sonuçlar öngörülmüştür. Bu sonuçlardan bir tanesi asıl işverenin, alt işverenin bazı borçlarından dolayı o borcun alacaklılarına karşı müteselsil sorumluluğudur. Asıl işverenin müteselsil sorumluluğu yalnızca iş hukukunda değil, iş sağlığı ve güvenliği hukuku ve sosyal güvenlik hukukunda da yer bulur. Buna göre asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı kanundan ve sözleşmeden doğan yükümlülükler bakımından alt işverenle müteselsilen sorumludur. Bunun yanı sıra bu müteselsil sorumluluğun işyerinde gerçekleşen iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda talep edilecek tazminatlar bakımından da mevcut olduğu kabul edilir. İş hukuku ve iş sağlığı ve güvenliği hukukunda yer alan müteselsil sorumluluktan farklı olarak sosyal güvenlik hukukunda asıl işverenin müteselsil sorumluluğunun kapsamı içtihat ve doktrin görüşlerinde tartışmalıdır.
Kanuni müteselsil sorumluluk, işçi ve SGK’ya karşı iki işverenin de eşit olarak sorumlu olduğunu öngörür. Buna karşılık asıl işveren ve alt işverenin iç ilişkisinde bu sorumluluk tarafların anlaşması halinde bertaraf edilebilir veya sorumluluk oranları değiştirilebilir. Belirtmek gerekir ki iç ilişkide yapılan bu anlaşma üçüncü taraflara karşı ileri sürülemez.
[1] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2008/23429 E., 2008/20721 K. sayılı ve 21.07.2008 tarihli kararı
[2] 4857 sayılı İş Kanunu’nun 07.03.2003 tarihli gerekçesi
[3] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1991/10-277 E, 1991/359 K sayılı ve 12.06.1991 tarihli kararı
[4] Danıştay 15. Dairesi’nin 2015/10087 E., 2018/7937 K. sayılı ve 28.11.2018 tarihli kararı
[5] Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2012/8729 E., 2012/15064 K. sayılı ve 11.06.2012 tarihli kararı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2004/11-254 E., 2004/295 K. sayılı ve 12.05.2004 tarihli kararı
Bu makalenin tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın bu makale kullanılamaz, çoğaltılamaz, kopyalanamaz, yayımlanamaz, dağıtılamaz veya başka bir suretle yayılamaz. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın oluşturulan içerikler takip edilmekte olup, hak ihlalinin tespiti halinde yasal yollara başvurulacaktır.
Diğer İçerikler
İşçi ve işveren arasındaki iş ilişkileri diğer tüm sözleşmesel ilişkilerde olduğu gibi çeşitli sebeplerle sona erebilir. İş sözleşmeleri tarafların karşılıklı anlaşması yoluyla feshedilebileceği gibi işçi veya işverenin iş sözleşmesini tek taraflı feshi yoluyla yani bozucu yenilik doğuran hakkın kullanımıyla da...
Günümüzde pek çok iş sözleşmesinde, işveren tarafından tahsis edilen bilgisayar, kurumsal e-posta hesabı ve telefon gibi araçların kullanımı sınırlandırılır ve işverenin bunlar üzerindeki denetleme hakkı düzenlenir. İşveren, bu yönde bir denetim ve gözetim yetkisini, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 399...
İşe iade davası açma hakkı, 4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan (“İş Kanunu”) ve işçi lehine yaratılan, işveren tarafından keyfi veya geçerli bir sebebe dayanmadan fesih yapılmasını önlemeyi amaçlayan iş güvencesi düzenlemelerinden biridir. Bu hak, İş Kanunu’nun 18. ve devamı maddelerinde düzenlenir...
İş ilişkisinin doğası gereği mevcut olan işverenin hâkim durumu, işçinin bağımlılık unsuru ve iş görme borcu, işverenin yönetim hakkının temellerini oluşturur. Yönetim hakkı, yasalara, iş akdine ve varsa toplu iş sözleşmesine aykırı olmamak kaydıyla, işverenin vereceği talimatlar ile...
Rekabet yasağı, çalışanın iş sözleşmesinin sona ermesinin ardından belirli bir süre boyunca eski işvereniyle aynı faaliyet alanında kendi veya başkası adına rekabet etmesini yasaklayan bir yükümlülüktür. Rekabet yasağı sözleşmesi ile işveren, çalışanın işyerindeki...
4857 Sayılı İş Kanunu’na (İş Kanunu) göre işveren tarafından iş sözleşmesinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedilmesi doğrudan feshin geçersizliği anlamına gelmemektedir. İşçinin İş Kanunu’nda yazılı şartları sağlayarak işe iade davası açması sonucu davanın işçi lehine sonuçlanması halinde...