Bir Küresel Finansman Hikayesi: Kirschner Kararından Çıkarımlar
Giriş
Finans ve hukukun karmaşık ağında, ABD Temyiz Mahkemesi İkinci Dairesi’nin Kirschner v. JP Morgan Chase Bank, N.A.[1] ("Kirschner Kararı") kararı, uluslararası bankacılık düzenlemeleri ile menkul kıymetler hukukunun kesiştiği noktada durur ve sendikasyon kredisi işlemlerinin mekaniğini düzenleyen yasal çerçevelerin kapsamlı bir incelemesini sunar. Kirschner Kararı'nın temelinde, finansal araçların niteliği ve uluslararası bankacılık yasalarının kapsamına ilişkin bir anlaşmazlık yatar. Karar sadece menkul kıymet sınıflandırmasının sınırlarını test etmekle kalmaz, aynı zamanda küresel finansman işlemlerinde yargı yetkisi konusunda da önemli açıklamalar getirir. Kirschner Kararı, ulusal mevzuat ile uluslararası bankacılık faaliyetleri arasındaki etkileşim hakkında çeşitli bilgiler sunar, gelecekteki finansal işlemlerin mimarisini ve gözetimini potansiyel olarak etkiler. Belki de bu sebeple özellikle uygulayıcılar için önemli bir referans noktası teşkil eder.
Kirschner Kararı’nda Ne Oldu?
Kaliforniya merkezli bir uyuşturucu testi şirketi olan Millennium Health LLC ("Millenium"), Mart 2012'de JP Morgan Chase Bank, NA ("JP Morgan") dahil olmak üzere çeşitli finansal kuruluşlarla 310 milyon ABD Doları tutarında vadeli ve 20 milyon ABD Doları tutarında rotatif kredi sağlayan kredi sözleşmesi imzalar. Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı (“Adalet Bakanlığı”) Millennium'a bir mahkeme celbi göndererek federal sağlık yasalarının olası ihlallerini soruşturur. Bu soruşturmalar ve davalar ilerledikçe, JP Morgan 2012 Kredi Sözleşmesi’nin yeniden finansmanı konusunda görüşmelere başlar ve refinansman planı önerir. Nisan 2014'te borçlu sıfatıyla Millennium ile kredi verenler olarak JP Morgan ve diğer bazı bankalar ("İlk Kredi Verenler") arasında 1,775 milyar ABD Doları tutarında vadeli kredi anlaşması ve 50 milyon ABD Doları tutarında bir rotatif kredi imzalanır. İlk Kredi Verenler ve Millennium ayrıca İlk Kredi Verenlerin vadeli krediyi bir grup kredi verene sendikasyon yoluyla kullandırabileceği konusunda anlaşır ve sözleşmenin kapanış süreciyle bağlantılı olarak her bir kredi veren JP Morgan ile bir "Temlik Sözleşmesi" imzalayarak JP Morgan’ın 16 Nisan 2014 tarihli kredi sözleşmesi ("Kredi Sözleşmesi") altında kredi veren sıfatıyla sahip olduğu tüm hak ve yükümlülükleri üstlenir. Kredi Sözleşmesi, teminat hükümlerini de içerir ve kredinin satın alma tahsisatlarını temsil eden ve Borçlu tarafından ihraç edilecek olan tahviller için ikincil bir piyasa oluşturulması koşullarını belirler. Söz konusu işlemin tamamlanmasına rağmen, devam eden Adalet Bakanlığı soruşturmaları ve rekabet hukuku mevzuatının ihlaline ilişkin davalar, Millennium için Kasım 2015'te iflas başvurusu da dahil olmak üzere önemli sonuçlara yol açar.
2017 yılında Davacı (Kirschner, Millennium Lender Claim Trust sıfatıyla) New York eyalet mahkemesinde JP Morgan ve diğer davalılara karşı bir dava açar. Davacı, diğer hususların yanı sıra, davalıların kredi verenlerle iletişimlerinde söz konusu krediye ilişkin olarak belirli eyaletlerin Blue Sky Yasaları[2] kapsamında yanlış beyanlarda bulunduklarını ve ihmali davranışları olduğunu iddia eder. Eyalet mahkemesindeki davanın federal mahkemeye taşınmasının ardından, yerel mahkeme 2020 yılında Tahvillerin Blue Sky Yasalarına tabi menkul kıymetler olmadığına hükmederek bu yasalar kapsamındaki iddiaların reddine karar verir. Davacı daha sonra bu kararı İkinci Daire'de temyiz eder.
İkinci Daire'nin Kararı
İkinci Daire, Yerel Mahkeme’nin kararını onar. Karardaki hukuki konular iki kritik noktaya odaklanır: Edge Yasası'nın uygulanması[3] ve Reves v. Ernst & Young [4]("Reves") davasında ABD Yüksek Mahkemesi tarafından ortaya konan "aile benzerliği" testi uygulanarak finansal araçların sınıflandırılması konuları değerlendirilir. Edge Yasası altında, JP Morgan’ın uluslararası bankacılık faaliyetlerinin, özellikle de söz konusu sendikasyon kredisi işleminin yerel mahkemenin görevine girip girmediği sorgulanır. Bu kapsamda yerel mahkemenin görevli olduğuna karar verilir. Reves testi ile birlikte ilgili finansal araçların menkul kıymet olarak kabul edilip edilmeyeceği değerlendirilir.
Buna göre mahkeme, söz konusu Tahvillerin menkul kıymetler yasaları kapsamında "menkul kıymet" olarak nitelendirilip nitelendirilmediğini belirlemek için Reves kapsamında oluşturulan dört faktörlü "aile benzerliği testini" uygular. Test, her tahvilin bir menkul kıymet olduğu varsayımıyla başlar. Daha sonra mahkeme, her biri tahvilin bir yatırım bağlamında mı[5] yoksa bir tüketici veya ticari bağlamda mı[6] verildiğini ortaya çıkarmaya yardımcı olan dört faktörü incelemeye yönelir. Bu dört faktör şunlardır:
- Makul bir satıcı ve alıcıyı işleme girmeye sevk edecek motivasyonlar,
- Enstrümanın dağıtım planı,
- Yatırım yapan halkın makul beklentileri ve
- Başka bir düzenlemenin varlığı gibi bir faktörün aracın riskini önemli ölçüde azaltıp azaltmadığı ve böylece Menkul Kıymetler Yasalarının uygulanmasını gereksiz hale getirip getirmediği.
İkinci Daire davaya söz konusu testini uyguladığında, ilk faktör için, Borçlu’nun ana amacının ticari olduğunu, çünkü genel kurumsal ihtiyaçlar veya önemli sermaye yatırımları için fon aramadığını ifade eder. Bunun yerine, kredi ile elde edeceği gelirleri mevcut tesislerin yeniden finanse edilmesi, hissedarlara kâr dağıtılması ve varantların ve hisse senedi opsiyonlarının itfa edilmesi için alındığını belirtir. Ancak İkinci Daire, kredi verenlerin yatırım hedeflerinin olduğunu ve özellikle faiz ödemeleri yoluyla Tahvillerde kâr elde etmeyi amaçladıklarını tespit eder. Bu nedenle mahkeme Reves testinin ilk aşamasının Tahvillerin menkul kıymet olarak sınıflandırılmasını desteklediği sonucuna varır.
İkinci olarak, mahkeme, dağıtım planının geniş bir kamu kitlesini hedeflemediğini, çünkü Tahvillerin devredilmesine ilişkin sınırlamalar nedeniyle Tahvillerin halka arz edilmediğini belirtir. Mahkeme, Tahvillere ilgili sözleşmeler altında getirilen kısıtlamaların, Tahvillerin gerçek bir kişiye devrini yasakladığını ve yalnızca sofistike yatırımcılara sunulmasını sağladığını ifade eder. Bu nedenle ikinci aşama kapsamında menkul kıymet olmadığı değerlendirilir.
Buna ek olarak, potansiyel yatırımcıların makul beklentilerini göz önünde bulunduran mahkeme, kredi verenlerin, söz konusu Tahvillerin menkul kıymet düzenlemeleri kapsamına girmediğini bilen kurumsal kuruluşlar olduğunu ifade eder. Mahkeme, Tahvilleri satın almadan önce, kredi verenlerin Millennium'a benzer kuruluşlara kredi verme konusunda tecrübeli olduklarını değerlendirir.
Son olarak, riski azaltan ek faktörleri analiz eden mahkeme, menkul kıymetler kanunları tarafından sağlanan güvencelere ihtiyaç olmadığına karar verir. Bu karar, Tahviller altında Millennium tarafından çeşitli teminatların verilmesine ve bankalara ilişkin bağımsız idari otoriteler tarafından sendikasyon kredilerine ilişkin düzenlemelerin yapılmasına dayanır. Bütün bu sebeplerle mahkeme söz konusu Tahvillerin menkul kıymet sayılmayacağını ifade eder.
Sonuç
Kirschner Kararı, mevzuat ile finansal uygulamalar arasındaki kritik etkileşimin altını çizer ve yargının karmaşık finansal işlemleri mevcut yasalar çerçevesinde yorumlamadaki rolünü vurgular. Bu davada verilen kararlar sadece belirli bir hukuki ihtilafı çözmekle kalmaz, aynı zamanda gelecekteki hukuki ve finansman uygulamalarını etkileyebilecek emsal kararlar oluşturarak, sürekli gelişen finans hukukunda açıklık, kesinlik ve anlayışın önemini vurgular.
- Marc S. Kirschner v. JP Morgan Chase Bank, N.A., et al., 2023 WL 5437811 (24 Ağustos 2023).
- Eyalet düzeyinde menkul kıymetlere uygulanan menkul kıymet dolandırıcılığı yasalarını ifade eder.
- Federal Rezerv Yasası'nın 25(a) Bölümü.
- Reves v. Ernst & Young, 494 U.S. 56 (1990).
- Bu kapsama girerse bir menkul kıymet sayılacaktır.
- Bu kapsama girerse bir menkul kıymet sayılmayacaktır.
Bu makalenin tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın bu makale kullanılamaz, çoğaltılamaz, kopyalanamaz, yayımlanamaz, dağıtılamaz veya başka bir suretle yayılamaz. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın oluşturulan içerikler takip edilmekte olup, hak ihlalinin tespiti halinde yasal yollara başvurulacaktır.
Diğer İçerikler
Sürdürülebilirlik bağlantılı türev ürün işlemleri, sürdürülebilirlik ile bağlantılı şekilde değişiklik gösterecek bir nakit akışının türev ürünlere yerleştirilmesi anlamına gelir ve kurumların çevresel, sosyal ve yönetişim (ÇSY) hedeflerine uyumu belirli performans göstergeleri kullanılarak izlenir...
Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK), anonim ortaklıkların teminat, rehin, ipotek vermesi ve kefil olması (TRİK) bakımından izlemeleri gereken özel bir usul yer almaz. TRİK tesis edilmesine ilişkin işlemler genel hükümlerdeki yetki kurallarına göre belirlenir. Bununla birlikte halka açık şirketlerin faaliyetleri esnasında...
Şirketlerin finansman ihtiyacı ve kurumsallaşma istekleri doğrultusunda halka arz edilen şirket sayısı Türkiye genelinde artış eğilimi göstermektedir. Sermaye Piyasası Kurulu’nun internet sitesinde yayınladığı ilk halka arzlara ilişkin veriler incelendiğinde 2022 yılında 35; 2023 yılında ise Eylül ayı itibariyle 39 adet...
Halka açık olmayan anonim şirketlerin borsanın girişim sermayesi pazarında (“GSP”) işlem görmek üzere sermaye artırımı yoluyla ihraç edilecek paylarının halka arz edilmeksizin nitelikli yatırımcılara satışı Payları Girişim Sermayesi Pazarı’nda İşlem Görecek Ortaklıklara İlişkin Esaslar Tebliği (II-16.3) (“Tebliğ”) ile...
İsviçre Finansal Piyasalar Denetleme Kurumu (“FINMA”), 19 Mart 2023 tarihli kararı ile Credit Suisse’in UBS Group AG (“UBS”) ile birleşmesini onaylarken aynı zamanda Credit Suisse’in ihraç ettiği, toplam değeri yaklaşık 17 milyar İsviçre Frangı’nı bulan ve AT1 olarak anılan ilave ana sermaye tahvillerinin kayıtlardan...
Uzun zamandır beklenen Sermaye Piyasası Kurulu’nun (“Kurul”) III – 35/A.2 seri numaralı Kitle Fonlaması Tebliği (“Tebliğ”), 27 Ekim 2021 tarihli ve 31641 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi...
Günümüzün önemli yapılandırılmış finansman ürünlerinden biri olan ipotek teminatlı menkul kıymetler, temelini 18.yüzyıl Prusya’sının Pfandbrief’inden alır. Yedi Yıl Savaşı’nın ardından Kral II. Friedrich, mali gücü savaşlar sonucunda yıpranmış toprak sahibi soyluların malvarlıklarındaki likiditeyi artırmak amacı ile...